Thursday, October 17, 2013

the times they are a-changing

Nedir bu daima daha fazlasini isteme merakimiz, yerimizde duramama huyumuz bilmiyorum. Ya da bende bir gariplik var, gercekten emin degilim. New York'a geleli neredeyse 4 yil oldu, para kazaniyorum, iki super ev arkadasim var ve New York'tayim. Tamam, isimden nefret ediyorum, ama katlaniyorum bir sekilde. 

Ama yooooo. Yo dostum yo. 

Taktim kafama, Londra'ya gidicem.



Hic kafamda yoktu, hayalim bile degildi. Bir gun ilham geldi ve karar verdim. Master'imi Londra'da yapmak istiyorum. Daha dogrusu, istedigimden bile cok emin degilim. Yani New York'tan gitmek istedigimden. Soruyorlar neden diye, cevap veremiyorum. Tamamen bir his cunku bendeki. Biliyorum, gidersem mutlu olacagim. Emin degilim, ama hissediyorum. 

Buradaki hayatim guzel, cok seviyorum, yanlis anlasilmasin. Burada da basvuracagim okullara. Ama ne bileyim. 25 yasima geldim, hicbir sey yapmamisim gibi hissediyorum. New York'tan baska bir yer gormedim ve burada kalirsam da gormem cok zor. Burada yasamak, kisitliyor insanin seyahat etme sansini. Cunku tatil demek, Istanbul'a, aile yanina donmek demek. 10 saatlik ucak yolculugu, bin dolar civari bilet parasi gibi sebeplerden ha diyince gidilmiyor. En cok korktugum sey de zaten ben buradayken ailemden birine bir sey olmasi ve benim atlayip gidememem. Ama kesin donus kesinlikle istemiyorum. Yapamam Istanbul'da gibime geliyor (belki bullshit ama, oyle geliyor iste. bir de tabii donersem basarisiz olmus gibi hissedecegim hayatimin sonuna dek.). Bir baska etken de buradayken kendimi kapana kisilmis gibi hissediyorum. Calisma vizesine sahip olmak tuhaf bir sekilde bir sorumluluk veriyor insana. Herkesin 'o kadar dayandin, bir green card ciksin, oyle yap ne yapacaksan' demesi belki de. O yuzden ne isi birakabiliyorum ne baska ulkeleri dusunebiliyorum. Burada master yaparsam da ayni sey olacak, internship, OPT derken yine ayni donguye girecegim. 

Bu kotu mu? Hic degil. Ama bazen durup dusunuyorum, beni burada tutan hicbir sey yok ki. Is arkadaslarima bakiyorum, sevgili bulmuslar, evlenmisler, artik bundan sonra 'cocuk dogsun, bir amerikan vatandasi olsun, sonra bakariz' moduna girmisler ama o da zaten asla donmemek demek. Bense bakiyorum kendime, tek basimayim, yapayalnizim. Evet, Kristin ve Emre var, arkadaslarim var ama onlar da kendi hayatlarina bakiyorlar neticede. Ben atlayip gitsem hayatlarindan bir sey eksilmez. Benden de eksilmez. O yuzden sanki New York'ta izimi birakamamisim gibi geliyor. Belki butun buyuk sehirlerin sorunudur bu, bilemiyorum, yirmili yaslarimi burada gecirdim neticede. 

Zaten iste o yuzden de birakip gitmek istiyorum. En buyuk hayalim hala dunyayi gormek. Burada yerimde sayarak yirmili yaslarimi harciyormusum gibi hissediyorum. Sanki Londra'da master yapinca gelecek o bilinmezlik hissi, gelecegimin tekrar belirsizlesmesi beni ozgurlestirecekmis gibi geliyor. Bu da korkutuyor ama mutlu bir korku bir yandan. Heyecan veriyor. 

Garip bir insan oldugumu soylemis miydim?


Monday, May 20, 2013

A Day in Life

New York'ta hayat gercekten garip ve beklenmedik olabiliyor.  Bu haftasonu icin ne planlarim vardi, onun yerine garip garip seyler yaptim resmen. 

Cuma gecesi gene normaldi, is cikisi her Cuma oldugu gibi Kristin'le disari ciktik. Williamsburg taraflarinda takildik bu sefer, ve aninda Brooklyn'in o taraflarini mekan olarak ne kadar cok sevsem de insanlarindan ne kadar nefret ettigimi hatirladim. Gercekten katlanamadigim bir insan modeli varsa o da 25 yasina gelmis ve hala anasindan babasindan aldigi parayla gecinen ve bundan rahatsizlik duymayan insanlardan baskasi degil. Sartlar onu gerektirir, hala okuldasindir, is bulamiyorsundur ve ailenin durumu da vardir, cok hosuna gitmese de yapacak biseyin yoktur, yardimci olurlar sana. O zaman durum baska, valla ona lafim yok. Ama sen karsima gecip 'sanatimi icra etmek icin bos zamana ihtiyacim var, o yuzden calisamam' diyorsan, ben sana 'of burasi da cok pahaliymis' dedigimdeki tepkin 'paramin olmamasi nasil bir sey hic bilmiyorum' oluyorsa uzgunum ama fuck you. Iste Williamsburg de boyle sacma sapan, bos beles adamlarla dolu. Hepsinin kirasini ve kredi kartlarini analari babalari oduyor, ve ben kirami odeyebilmek icin gercekten nefret ettigim bir iste calismak zorunda kaldigimi soyleyince bunlar tarafindan 'ah ben nefret ettigim bir iste calisamam, olurum daha iyi' diye yargilaniyorum. Bir keresinde bir tanesine Astoria'da yasadigimi soyledigim zaman 'Ahh, Queen's mi? That's unfortunate' demisti. Iste bu kira vakti geldi mi gerilmeyen, ailesinden para isterken utanmayan, kendilerini 'sair', 'sanatci', 'muzisyen', 'fotografci' diye tanitip buna dair hicbir sey yapmayan, Brooklyn disinda yasayan herkesi asagilayan gerzek hipsterlara KATLANAMIYORUM. Neden oralara gidiyorsun mu dediniz? Cunku allahsizlarin takildigi barlar, sokaklar, restoranlar gercekten guzel :( Kendi arkadas grubunla gidip fazla interact etmedigin surece keyfin yerinde kalabiliyor. Ama uzaktan yakisikli gorunup, iki ilgilenince de konusmaya basladigin cocuk sana 'mezun olduktan sonra bir ise girmistim, ama kendi kimligimi kaybettigimi hissettim. Ben de aileme bana her ay 2 bin dolar vermek zorunda olduklarini, cunku bir birey olarak kendimi bulmami istiyorlarsa kendimi craft calismalarima adamam gerektigini anlattim, simdi keyfim yerinde' diyorsa... Ah neyse iste. FUCKING HIPSTERS! 

Dun icin de Kristin'le bir dolu planimiz vardi, sabah uyanip Brooklyn Botanical Garden'da kiraz ciceklerini gorecek, dogayla ic ice olacaktik. Ardindan Target, Marshalls, TJ Maxx gibi ucuzlugu abartmis ama super seyler satan magazalarda dolanip alisveris yapacak, yorulunca Hudson nehri uzerinde karaya baglanmis ve bir bara cevrilmis olan gemide sangrialarimizi yudumlayarak gun batimi seyredip dinlendikten sonra aksamki Kristin'in beni zorla goturmek istedigi Turkce Olimpiyatlarina (Kristin Turkce kursuna giden, Turk'leri cok seven, Fransizca'yi da ana dili gibi bildigi icin French Chamber of Commerce'te calisan psikopat ama dunya tatlisi bir Amerikali. Gercekten Kristin zoruyla gittik o etkinlige) gidecek sonrasinda da takilip evlere dagilacaktik. 

Ama ne oldu? Sabah uyanamadik, cunku hangover sucks. Garden'i atlayip dogrudan alisverise gidelim dedik. Oncesinde kahvalti icin bir bagel'ciya gittik ve orada acik televizyonda garip garip seyler izledik. Vay efendim kadinin teki 15 yil once evden kacip kendini ölü ilan ettirdikten sonra simdi ortaya cikmis da, baska bir kadinin en yakin arkadasinin sempanzesi, kadinin yuzunu ve parmaklarini yemis de simdi yuz nakli yapilacakmis da.. boyle garip garip haberler. Dunyadan nefret ederek ciktik resmen kahvaltidan. Sonra alisverise gittik, ama ikimiz de dunyadan bezmisiz, baktigimiz seyleri gormuyoruz falan. O yuzden alisverisi de sallayip direkt Frying Pan'e (o bahsettigim gemideki bar) gidelim dedik. Oraya da bir gittik ki amaney. Hayatimda boyle bir sira gormedim ben! Hayyyvan gibi buyuk bir gemi, o yuzden hic yer bulamama sorunu yasamamistim orada ben. Ama giris sirasini gormeliydiniz a dostlar!  Metrelerce!! Nope dedik tabii ki. Allahtan hava mukemmeldi, biz de tam yanindaki Hudson River Park'in cimenlerine yayildik, azicik da uyuduk. Sanirim gunun en guzel tarafiydi. Sonra aksama dogru kalktik olimpiytlara gidelim diye. Downtown'a gidince 'simdi uzun surer, orada da yemek yoktur, gidelim biseyler yiyelim'... Ufak bir cin lokantasi gorduk, girdik. Calisanlardan birinin masalardan birine uzenip yattigini gorunce aslinda cikmaliydik oradan, biliyorum. Ama yine de sesame chicken soyledik, oturduk. Tam yemek gelecekken yelp'e bakalim yorumlari nasilmis buranin diye. Buyuk hataymis. 1 yildiz vardi sadece! Ve bizim soyledigimiz yemegin ozellikle kotu oldugunu yazmis herkes. Ama yedik gene de, oyle de salagiz. 

Isin aci tarafi, Turkce Olimpiyatlarina (tam vaktinde) gittigimizde gorduk ki oncesinde ufak bir kokteyl varmis. Dolmalar, mercimek kofteleri, borekler, tatlilar... Aglaya aglaya dolmadan iki isirik aldik, bir mercimek koftesi attik agzimiza, ama bunlari yaparken kendimizi, hayattaki secimlerimizi sorgulamayi ihmal etmedik tabii... 

Turkce Olimpiyatlari da sanirim gittigim en garip etkinliklerden biriydi. Bir kere bence iyi hazirlanilmamis, prova edilmemis gorunuyordu oldukca. Sunucu Turkce isimleri telafuz edemiyor, hatta bazen ne diyecegini sasiriyordu. Hayir yani, turk-amerikan birini bulamadiniz mi? Ya da en azindan ezberletseydiniz okunuslari. Cocukar bicir bicir, pek tatliydi ama soyledikleri sarkilari playback yapmalari butun o etkileyiciligini yitirdi. Zaten kimse cocuklardan mukemmel performanslar beklemiyor, playback'e ne gerek vardi ki? Hatta bazilarinin siralarinin geldiklerini fark etmemeleri ve sarki duyuldugu halde kimsenin sarki soylemiyor olmasi falan komikti bayagi. Canli canli Can Yucel siiri okurken yarisinda utanip iceri kacan, sonra geri gelip tamamini basariyla okuyan Amerikan kiz daha dogal, daha etkileyici geldi bize mesela. En guldugum kisimsa kucucuk bir kizin milliyetci, kanli, bayrakli bir siiri haykirarak, cigliklar atarak okumasi ve yanimda oturan Kristin'in ciddi ciddi korkmasiydi. "What the fuck is that???" "Sahneden inip bogazima saldiracak gibi hissediyorum" diyerek dehsete dustu kizcagiz :P Sonra bir de neden oldugunu anlayamadigimiz Cince ve Ispanyolca performanslar vardi. Acayip sikilip yarisinda ciktik zaten.

---

Ben buna baslamisim da post etmemisim. Simdi boyle goruverince gondereyim dedim, durmasin. Devam edecektiysem de hatirlamiyorum :P

Sunday, February 03, 2013

Spooky

Bunca degisimin, delirmenin, kafa karisikliginin, dalginligin ardindan bir seyin ayni kaldigini bilmek guzel: garip ruyalarim.

Dun de ruyamda Kanada sinirini gecmeye calisiyordum. Gumrukte pasaportumu bulamayinca yanimdaki Tommy Lee Jones'a donuyorum. Bana 'bavulundaydi en son, onu da suradaki yokustan asagi yuvarlanirken gordum' diyor. Yokustan asagi bavulun pesinden kosuyorum. Yokusun sonuna geldigimde bavulun uzerinde yasli bir kadinin oturdugunu goruyorum. Istiyorum 'finders, keepers' diyerek kahkaha atmaya basliyor curuk dislerini gostere gostere. En sonunda 'tamam, vericem ama kedimi de gecirmek zorundasin sinirdan' diyor. Kedinin uzerinde kazak ve pantolon var. Ama bir New York'lu olarak gordugum en ilginc hayvan olmadigi icin, garip karsilamiyorum.Tamam diyorum, kediyle bavulumu alip gumruk kuyruguna geri donuyorum. 

Sira bana tekrar gelince, pasaportun oldugu cebine atiyorum elimi. Gene yok! Arkami bir donuyorum ki Tommy Lee Jones elinde pasaportum ters yone kosuyor ve arayi iyice acmis bile. Kedi 'bitch i don't need this' diyerek kucagimdan atliyor. Dikilip bir sigara yakiyor. 'Ain't nobody got time for that' diyip arkasini donup Kanada'ya gidiyor. 

Oturup agliyorum. O sirada Phantom of the Opera'nin Phantom'ini kuyrukta goruyorum. 'Muzikalinizi izledik, cok begendim, cok etkilendim sizden' falan diyorum. 'Cabuk, hangi tiyatroda oynaniyordu hemen soyle, yoksa iltifatlarina inanmayacagim!!' diyor. Bir turlu hatirlayamiyorum. Phantom da basini sallayarak Kanada'ya gidiyor. 

Sonra garip bir ses duymaya basliyorum. Bir bakiyorum ki telefonummus ve bu bir ruyaymis.


Saturday, February 02, 2013

This Head I Hold

Kafam ne kadar karisik, ne kadar da baska yerlerde size kucuk bir ornekle anlatayim. 

Erken kalktim sasirtici bir bicimde (rutin olanin aksine cuma gecesini bayilana kadar alkol tuketerek gecirmeyisime bagliyorum), takip etmeye devam ettigim 1-2 dizinin yeni bolumlerini izledim (parks&rec, supernatural, girls) kahvaltimi yaptim, saat daha 12'ydi. Uzun zamandir ilk defa kendimi bu kadar uretken hissedince, dedim artik su haftalardir erteledigim camasir yikama isine bir giriseyim - zira giyecek bir seyim kalmamisti artik. 

Laundromat'e gittim, deterjani camasir makinasinin ustune koydum, kirlileri doldurdum, cuzdanimda ceyreklik olmadigi icin bozuk para yapma makinasina gittim. 8 adet yirmibes sentimle birlikte geri dondum. Makinanin ayarlarini yaptim, 8 adet yirmibes senti makinaya tek tek attim. Makina calismaya basladi. Deterjani da koymak icin (deterjani makina calismaya basladiktan sonra koymak gibi salak bir huyum var) makinanin ustune hamle yaptim. Ama deterjan orada degil, bir yanimdaki makinanin uzerinde duruyordu. Kafami asagi indirdim, baktim makina bosa donuyor. Kafami arkaya cevirdim ve bir de baktim pencerenin arkasindaki gorevli bana ellerini kollarini salliyor. Kulakliklarimi cikartinca kadinin aslinda bana hispanik bir aksanla 'wrong machine!! wrong machine!!' diye bagirdigini fark ettim. Yanina gittim para iade eder mi diye ama olmaz dedi. Gittim gene para bozdumdum. Ve dogru makinayi calistirip oradan ciktim. 

30 dakika suruyor yikanmasi, o arada gittim alisverisimi yaptim marketten. Geri geldigimde bitmisti, topladim hepsini kurutucuya gittim. Kurutucular iki tane ustuste oluyor (kontroller ortada sagdaki asagisi soldaki yukarisi seklinde), ben normalde hep asagidakilerini kullaniyorum. Ama bu sefer nedendir bilinmez ust makinalardan birine doldurmaya basladim. Hepsini doldurduktan sonra tekrar para bozdurdum geldim. Her zaman yaptigim gibi sagdaki kontrollere hamle yaptim, ayarlarini yapip parayi doldurmaya basladim. 4 adet yirmibes sentimi atarken kafamdan bir yandan 'haha gene ayni hatayi yapsam ne salak olur di mi! Bakayim, evet camasirlarim onumdeki makinada. aman dikkat edeyim' diye dusunuyorum. Start'a bastim. Veeeeeeee asagidaki makina donmeye basladi. Soluma baktim. Ayni kadin kafasini saga sola sallayarak bana bakiyordu. Yanimda kendi camasirlarini toplayan adamsa kahkahalara bogulmustu.

Tabii bu dalginlik degil tamamen benim gerizekaliligimla da aciklanabilir.


Baby, It's Cold Outside

2013 oldu ya, ne acayip. 

Yalan yalan vaatlerle ev bulma macerami yazacagimi iddia etmisim en son. Ama bir cok seyde oldugu gibi bunda da usendigim icin birakmisim yarim. Bir kac ay sonra da oyle utandim ki yazmaya (gelen e-mail ya da mesajlara gunlerce cevap atamayip haftalar sonraysa artik ayip olur diye cevap yazamamak ve sonra o kisi o mesajdan bahsedince 'aaa ben almadim ki?' demek gibi) bu blogu tamamen unutmaya karar verdim. 

Ama 2013 oldu.

Insanin cani yazmak istiyor.

Arkadaslarima roman tadinda mailler atarak kapatmaya calisiyorum acigi. Guzel bir sey tabii, hem de arada bir okyanus olunca iletisimin taze kalmasini sagliyor daha cok. 

Ama sonra birine mail yazinca oteki bana niye yazmiyorsun diyor, sonra ben de baskasina mail atamadigim icin kendi kendimi yiyorum, sonra hickimseye mail atmamaya karar veriyorum falan. nasty business. Bir de maillerde hep bir 'previously on' havasi yakalamak icap ediyor, oyle rastgele bir sey anlatamiyorsun onun oncesini bilemeyince. Ama burada kimin ne anladigi kimin umurunda, di mi?

Neyse, diyecegim su ki, is hayati zormus ama dostlar. Isten cikip eve gelince degil bir sey yazmak, herhangi bir aktivite yapmaya bile mecalim olmuyor. Konusmak bile zor geliyor, bir film/dizi koyup her seyden kopmak daha cezbedici geliyor. Ben de oyle yapiyorum. 

Halbuki vergi iadesi formlarimi doldurmam lazim. Ozgecmisimi yenilemem lazim. Arkadaslarla iletisimimi daha iyi korumam lazim ki kopmayalim. DSLR makina ve onu ogreneyim diye online dersler aldim, onlara bakmam lazim. Odami toplamam lazim. New York'ta yasamanin tadini cikarayim diye daha cok aktivite bulmam lazim. Yemek yapmam lazim. Burs ve okul bakmam lazim. Craigslist'e ev arkadasi ilani vermem lazim. Buzdolabini temizlemem lazim. Iphone'umdaki playlisti tazelemem lazim. Yikadigim camasirlari dolaba yerlestirmem lazim. 

Hayatimi gozden gecirmem lazim.

Ama hava cok soguk. Ve battaniyenin altina girip dizi izlemek daha cekici.