Sunday, May 24, 2009

Leaving on a Jet Plane

All my bags are packed, I'm ready to go...

Evden çıkmaya saatler kala bir heyecan sardı dört bir yanımı sevgili gönül dostları. Böyle iki üç gündür tık yoktu bende, sanki denizaşırı ülkeye değil de ananeme falan gidiyormuşum gibiydim. Ama şimdi birden tuhaf oldum böyle, hakikaten gidiyorum!

İşin tuhafı, gerçekten bir veda oluyor buraya bir nevi. Sevgili odacığımı son görüşüm olacak. Gelince bambaşka bir yere taşınmış olacağımızı göz önüne alırsak... Özliycem seni kibrit kutusundan hallice odacım. Gece uyku tutmayınca balkona çıkıp keyif yapmayı, denizi görünmese de avrupa yakası göründüğü için orada olduğunu bildiğim boğazın havasını içime çekmeyi, çıt çıkmayan gecenin içinde yalnızca kafamın içindeki sesleri dinlemeyi, sıkıntıdan bir bir kapanan ışıkları takip etmeyi, sonra - mevsim yazsa - balkonun mutfağa açılan kısmından gizlice girip su ya da varsa dondurma alıp uykum iyice gelene kadar saçma salak yıldızları seyretmeyi özlicem lan. Öbür evde odam kocaman ama balkonum yok. Güzel şey balkon hakikaten. Bu balkon kültürü de bir tek bizde varmış diye duydum, doğruluğunu bilemiyorum da... Ne kaçırdıklarını bilmiyorlar valla ne yalan söyliyim. :P Bir yaz sabahı erken uyanıp havuza girip çıktıktan sonra balkonda şöööyle uzun uzadıya kahvaltı yapmanın keyfi başka neyde var ayol :P

Neyse, aynı keyfi başka şeylerde aricaz artık. Ama bak yeni evin terası varmış, artık orada belki yeni anılara, alışkanlıklara yelken açarım belli mi olur. :P

Ben tedirginleşmeye başladım biraz biraz, son kontrolü yapayım bavul ve çanta hususunda.

Bir dahaki seslenişim New York'tan olacak sizlere çok sevgili takipçilerim. :P Eh, bu yazımı Frank Sinatra ile kapatmak allahın emri ama!


Tuesday, May 19, 2009

Somewhere a Clock Is Ticking

Yes, it iz leydiz en centılmın. 5 günüm kaldı gitmeye(yay!!), bir sürü şey var daha yapılcak. Ben yokken bizimkiler taşıncakmış öbür eve (Damn it!!) o yüzden gitmeden odayı iyice toparlamam lazım, hani olmadık yerlerden olmadık şeyler çıkmasın diye... Onun dışında alışverişler yapıldı, işte bir tek bavul alamadık hala, ona babamla gitmem lazım çünkü. Malum, araba lazım... Sonraa mp3 çalar düzenlenmesi yapılması lazım. Yolda ne dinliycem! Sonraa eh, bilgisayarımı götürmeyi düşünmediğimden önce bir temizlik yapılması, dizilerin filmlerin dvdlere göçü ve tabii ki müzik arşivimin bir yerde toplanması lazım geliyor. Neyse, yasemin, sana söylemeyi unutursam falan bak yazıyorum buraya bebek, senin hdd'ni may ovn pörsınıl müzik depom olarak kullanıciim haberin ola. Ya, aslında onun dışında pek bir şey yok işte. O kadar. Abartmışım. Neyse. Gözümde büyüyorlar işte, başka işlevleri yok. :D

Bu yazıyı yazmamınsa bir sebebi yok, unutmuşum gibi görünmesin blogu, tek amacı bu :P Yazacak bir şeyim olmadı sadece.

Haa ama bak finallerim bitti! Çocuklar gibi şen'im. Güzel de bitti, yani muhasebe yerlerde sürünüyordu finalim ama BB gelmiş gayet :D Math Modeling'den iyi bir şeyler bekliyorum hayırlısıynan. Sonraa, istatistikten emin değilim, bulamadım Ömer salağını, amerikaya gitmiş, kağıdımı kontrol etçektim, kesin yanlış hesapladı o asistanlardan biri.. Aman ya neyse.. Ödevlerimi verdim zaten, finalim de fena geçmedi. Ama işte şu kek dersten AA alabilecekken.. Off.. Onun dışında Hi-tech, Fabric Quality Assurance falan bunlar iyiydi de Dokumada oturma organımı kullanarak sallamış olabilirim. Ama 3 finalim vardı o gün, ounce/yd2 (yarda kare oluyor, beceremedim üs koymayı :P) kafam döndü, napacağımı şaşırdım falan.. AA gelmeyebilir o da. Bilemiyorum efendim, öyle işte. Üniversite hayatımın en yoğun dönemini de bitirdim ama. Seneye rahatım bebek! 3-5 dersim falan kaldı kız!

Aa bugünkü şarkımızı koymayı unuttum! Geçen gün aklıma geldi eski günler, eski şarkılar falan. Bir direc-t diye bir oluşum, kurum, kuruluş vardı, noldu ona derken aklıma Hasret şarkısı geldi. Pek severdim. :P Sizlere de nostalji olsun diye koyuveriyorum.



Neyse, hpff kadrosuyla buluşma icra ediciiz bugün, E.'nin gelişi ve şahsımın gidişi vesilesiyle. Hazırlanmam lazım şu dakikalarda. Öpücüklere boğuyorum sizi sevgili okurlar, bir dahali gaza gelişime dek, esen kalın!


Sunday, May 03, 2009

Dream a Little Dream of Me

Tuhaf rüyalar görmekteyim sevgili izleyenler. Güzel de rüyalar bunlar, uyanmak istemediğim. Orası daha güzel aslında buradan. Ama sanırım adları o yüzden 'rüya'. Rüyaların bir anlama geldiğine, herhangi bir şekilde geleceği yansıttığına falan da inanmıyorum. Belki Freud doğru şeyler söylüyordur bu konuda, bilemiyorum, okumadım. Freud'u sevmem pek. Ama okumak lazım. Rüyalar konusunda bildiğim tek bir şey var, bilinç altındaki pek dışarı vurmadığımız ya da vurduğumuz isteklerin, korkuların, hayallerin videosu işte.

Bana gelirsek... Pek kabus görmem ben aslında. Hatta öyle "off fena bir kabus gördüm de uykum kaçtı" durumu olmadı pek. Heyecanlı rüyalarım oldu, dünyanın sonunun geldiği rüyalar falan oldu ama bu rüyalar da da hep son anda kurtarıyordum ben dünyayı, o açıdan bakarsak aslında kabus olmazlar değil mi? Psikolojik açıklaması da çok açık sanırım bu kahraman olduğum rüyaların. Vazgeçtim yazmicam ama. Göremeyen, anlamayan insanlar vardır belki bu açıklamayı, bari onlara rezil olmayayım. :P



Dün geceki rüyamı anlatayım... Amerika'ya gitmiş gelmişim. Sırayla arkadaşlarımı ziyaret ediyormuşum işte. Bir de benim çok çok yakın olduğum çocukluk arkadaşım varmış işte. Ankara'daymış bu da. Hayır, A. değil. D. da değil. Erkekmiş zaten bu da. Hayatımda tanıdığım birisi de değil hani. Ünlü biri. Aşık olduğum bir artist de değil ki artık bu yaşta öyle "oyhşşş benim olmalı çok taşşş" modunda değilim kimseye karşı. (Aman be anlık ağız su akmalarından bahsetmiyorum tabii :P) Hatta oynadığı dizide bile ona değil öteki karaktere aşıktım veletken. Kim mi? Angel. :P David Boresdjhjkfz. Soyadının nasıl yazıldığını hiçbir zaman ezberleyemedim. Ama anladınız siz ben biliyorum. O benim en yakın dostummuş falan. Ankara'da da evi varmış. Ha ama işte bu ev A.'nun evi bak. Gitmişim ziyarete. İşte muhabbet falan. Dışarı çıkmışız. Gezmişiz öyle bütün gün. Bu arada dizide Spike'ı seviyor olsam da Angel'ın da taşlığını inkar edemem. O yüzden böyle kızlar falan ayılıp bayılıyormış yolda yürürken. Bir de bana bakıyorlarmış falan böyle. Sonra otobüse binmemiz icap ediyor. O büfeye gidip bilet almaya kalkışıyor. Ben diyorum ki David'e gel gel, benim geçen Ankara'ya gelişimden Ego kalmıştı 2 tane, onu şey ederiz. Hakikaten de var bu arada hala cüzdanımda duruyor. :D Bu önce geçiyor işte Ego'yu geçiriyor o makinadan sonra bana verip arkalara gidiyor. Sonra tam ben yaparken sorun çıkarıyor işte. Ben para çıkarmaya çalışıyorum falan, adamdan akbil (!) alıp basıyorum. Sonra arkaya giderken David'in en arka köşe koltuğa oturmuş olduğunu, yanında da taş gibi bir hatunun ona yazmakta olduğunu fark ediyorum. Bakıyorum David'e gönlü var onun da anlıyorum. Süper cool arkadaşım ya ben de, rahatsız etmiyim diyorum, inanılmaz ikileme de düşüyorum böyle. Geçiyorum karşılarında ki koltuğa, David'e de göz kırpıyorum işine bak sen anlamında. Sonra hatun bunu kahve içmeye davet ediyor. David bana bakıp yok olmaz falan diyor böyle. Bunu ben duyunca da "Siz için kahvenizi, ben tek başıma daha rahat gezerim zaten buraları, bir kaç işimi de hallederim hem," diyip otobüsten iniyorum. Süper cool gözüküyorum ama böyle kalbimde de bir sızı var ki sorma. Otobüsten inince napsam napsam diyorum böyle, bir kaç vitrine bakıp sıkılıyorum eve döneyim diyorum. Otobüs geliyor işte, biniyorum, sonra bir bakıyorum çantam yok! Biletleri çıkardıktan sonra David'e vermiştim, onda kalmış! Elim mahkum iniyorum otobüsten. Telefon da içinde arayamıyorum. Ankara sokaklarında mal mal dolanıyorum korkudan ölerek. Sonra bir kafede bir başka çocukluk arkadaşım Ezgi'yi görüyorum. Bu arada Ezgi'yi de senelerdir görmedim, napıyordur acaba... Bir ara arasam mı ne. Neyse işte, selam sabah derken anlatıyorum derdimi. Telefonunu istiyorum David'i aramak için ama yokmuş sözüm ona. Sonra para istiyorum, parası da yokmuş. En sonunda içinde 1 tane kalmış Ego veriyor bana. Ben de onunla otobüse atlayıp eve gidiyorum. Bakıyorum daha gelmemiş... Ulan diyorum ya geceyi onda geçirirse ne bok yiycem, anahtar da onda. Arayamıyorum da. Oturuyorum ben de merdivenlere başımı dizlerime koyup. Sonra biri kafama bir şey atıyor. Bir bakıyorum çantam. Başımı kaldırınca David'i karşımda görüyorum. "Çantanı unuttuğunu görünce hemen indim ama bulamadım seni hiçbir yerde, bütün gün ankara sokaklarını dolaştım seni bulabilmek için," diyor. Gidiyorum sarılıyorum. "E kızı da kaçırdın ama" diyorum. "Salak, senden önemli mi" diyor. Sonra ben ağlamaya başlıyorum. Sonra öpüşmeye başlıyoruz bununla. Sonra alarmım çalıyor. Delirdim! İstemedim o gün okula gitmek, rüyanın devamını görmek istedim. Böyle çok mutluydum rüyada. Ama işin tuhafı, gerçek hayatta yok öyle biri. Hani şey diycem, gerçek hayatta öyle çok yakın olduğum bir erkek dostum olsa, ona karşı gizliden bir şeyler hissediyorum diycem ama o rüyadaki kadar yakın olduğum kimse yok. Hele çocukluk arkadaşı hiç yok. Yakın olduklarım var, sevdiklerim var, evet, ama o rüyadaki ilişkimiz çok güzeldi. Yani içimin sıcak hissettiğini hatırlıyorum onlayken falan. Ha ama şu bir sır değil, o yakınlıkta olduğum hemcinsim olmayan bir arkadaşlık istediğimi biliyorum. Tamam kız arkadaşlarım var, çok seviyorum hepsini, yerleri ayrı bendeki ama özenmiyor değilim öylelerine. Alias'taki Sydney'nin Will'i gibi. Ne bileyim.

Ahah, geçenlerde de How I Met Your Mother'daki Barney'nin abim olduğunu öğrenip yanına taşınıyordum. :P Hatta bu Barney, manken ajansı açıyormuş, ben de onların modacısı oluyordum, her türlü biçki dikiş ihtiyaçları falan.

Bir keresinde de orta çağ'daydım. İngiltere'de. Ay dur anlatmam lazım. Unutmak istemiyorum bu rüyayı da, çok mutlu olmuştum gene. Uyanıp da rüya olmuş olması gerçeğinden nefret etmiştim. Kardeşimle müzeye gidiyoruz bir gün. Ama kardeşim aslında ablammış. Benim de saçlarım upuzun ve kızıl. Müzeyi dolanırken küçük bir kapı görüyoruz. Bakıyoruz ne diye. Oraya bir adım atıyoruz ve düşmeye başlıyoruz. (Ahhahhaa down the rabbit hole :P) Düştüğümüz yer bir yatak odası. Ama orta çağdaki bir saray gibi. Ablam (!) diyor ben bir etrafa bakıp geri dönüş yolu aricam. Tamam diyorum. Sonra yataktaki kişilere bakıyorum. Yatakta hayatımda gördüğüm en taş adam uyumakta. Anında aşık oluyorum. Ben ayık bayık onu seyrederken bir kadın sesi geliyor. Yanındaki hatun uyanmış. Nicole Kidman! Beni hizmetli sanıyorlar. Ne biçim giyinmişsin sen diyor, git değiştir şu üstünü. Neyse işte, zaman geçiyor ben onların hizmetlisi oluyorum ama hizmetli statüm iki üç günde değişiyor Lady in Waiting oluyorum. Nicole'un en yakın arkadaşı oluyorum. Bu arada da Prens'le bir ilişki yaşamaya başlıyoruz. Deliler gibi aşığım ona. O da bana aşık tabii. Aylar geçiyor. Bir gün prensle konuşuyoruz işte, o diyor ki karımın arkasından daha fazla iş çeviremeyeceğim. Aşık olduğum kadın sensin ama karıma da dyduğum bir saygı var, ona bu ihaneti yapamam diyor. Ben de en yakın dostum Nicole'un arkasından bu işleri çevirmekten zatan rahatsız oluyordum. Ama aşkım baskın geliyordu. Yine de tamam diyorum. Aylar sonra bir gün prens ve Nicole'le bahçede otururken ablam koşa koşa geliyor yanıma. Buldum buldum, portal açıldı diyor. Bir bakıyorum bahçenin ortasında bir dolap. (Helloo Narnia) Ben gitmek istemiyorum ama ablam bir sürü ıvır zıvır sayıyor işte, dönmeliymişiz, dünyanın dengesini bozarmışız falan bir sürü bilimsel saçmalık. Ben önce Nicole'le sarılyıorum, ikimiz de salya sümük tabii. Sonra prense geliyor sıra. Elimi uzatıyorum tokalaşmak için. Bu sarılıyor bana. Sonra arkamı dönemüp gitmeye kalkıyorum. Dolabın yanına varınca bileğimden tutup çekiyor ve öpüşüyoruz. Gitme diyor, seni çok seviyorum, gitme diyor. :P Ben tereddüte düşüyorum. Bir yandan bana ne dünyadan be, benden önemli mi diyorum. Bir yandan saçmalama olmaz öyle şey diyorum falan. Ama sonra babam "hadi kızım derse geç kalmadın mı sen" diyip dürterek uyandırıyor. Babamın dediğine göre "dur ya karar vermeye çalışıyorum" demişim. :P

Ahh... Çok güzel rüyaydı lan. Bir gün filmini çekicem, paraya para demiycem.

Gerçi bu rüyaların tek bir anlamı var. Fazla dizi ve film izliyorum. Olsun ama mutluyum ben böyle rüyalar görmekten. Zevkli oluyor be. Kendi küçük filmlerim. Keşke kaydedebilsek bir yere. Video olarak tabii. Neyse ben de yazarım artık napim.

Saturday, May 02, 2009

Apocalypse Please

Bu biraz amaçsız bir yazı olacak. İstemiyorsan okuma. Evet, sen. Başlık bile alakasız yani o derece. Bu bir son değil, emercensi (ahhaha ciddi ciddi bir yerde böyle yazdığını gördüm) desen hiç değil. Marduk gelecek ama ya, hani ona say istersen. Neyse. Saçmalıyorum muntazaman, değil mi? Ha başlığı diyordum, ne koysam ne koysam bilemediğim için winampta bu ismi gördüm ve koyuverdim. Severim de keratayı, bu bir tavsiyedir he. Ama günün şarkısı o değil. Günün şarkısı yok aslında. Ama uzun yıllar önce dinlediğim bir şarkı vardı, nefret ederek bıraktığımdan değil, sadece sıkılmıştım ya da unutmuştum, hayatımdan çıkmıştı, bugün arkadaşın lastfm sayfasında görünce canım bir çekti bir çekti... Dinlerken de farklı bir tad aldım sanki böyle, yeniden sevdim. Ya da sadece o anki ruh halime uydu bilemiycem. Dur koyayım buraya da dinleyin yani. Sting'den geliyor! La Belle Dame Sans Regrets. Şarkının neden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yok -pişmanlık?- ama seviyorum çok, böyle ne bileyim. Alın hadi.



Hmm... Bu yazıyı niye yazıyorum? Uyku tutmadı pek. Yapacak çok şey de var aslında. En basidinden çeviri var yani. O konuda da kendime inanamıyorum ya. Sorumsuzluk değil bu. Başka bir şey. Elim gitmiyor resmen :S Nefret mi ettim? Bunaldım mı? Bilmiyorum. Tek bildiğim artık bitmesi gerektiği. Bak işte bu bir emercensi.

Onun dışında geçen hafta pek bir koşuşturmacalı bir hafta geçti, iğrençti hatta. Hatırlamak istemediğim bir hafta bile diyebiliriz.

Pazartesiden şöyle bir başlarsak... Pasaport işi vardı benim halledilmesi gereken. Ama harç da ödemek istemiyordum, napılcak ne edilcek hiç bilmediğim için bizim okuldaki gerizekalı bir arkadaşa sordum, o demişti zaten "Ece bak para ödemicem ben, ben bir öğrenim bekle beni," diye. İyi dedim. Bir senelik yaptırılabildiğini biliyordum, okuldan yazı alıyorsun ve bir senelik muaf olabiliyorsun harçtan. Ama biz üç senelik olsun diyorduk. Oradayız ya 3 sene, uğraşılmasın her sene her sene. Neyse, ben de ona güvendim bekledim onu. Her gün de soruyorum naptın ne ettin diye. Her seferinde halledeceğine dair güvence veriyor bana... En son bu pazartesi günü sordum buna noldu diye. "E ben hallettim, alıyorum bugün pasaportu, sen de halletsene." Ne hoş di mi... Bu arada yine o gün öğrendim ki çarşamba günü vize için gün alınacakmış ve pasaport gerekiyormuş. Önümde iki gün var. O gün okul içinde ne kadar koşuşturdum bilmiyorum... Tabii olmadı da. Hiçbir hoca yok ki yerinde! Bir yandan da dokuma yapıyoruz, deliler gibi labdayız, evim gibi benimsemişim orayı zaten. Neyse, ertesi güne kaldı, apar topar gittim vergi dairesine okmeydanlarında kayboldum -aslında bu aralar da pek maceralı ama anlatmaya mecalim yok, çok gerekli de değil hani- ama halloldu. Aldım doğruca üsküdar emniyetine gittim. Demesinler mi 12'de bitiyor pasaport işlemleri... Kaldı mı benim iş... Neyse aradık bu vize işlerimize bakan Defne Hanımı da perşembeya attık.. Perşembe sabahı da aldım pasaportumu gittik, aldık günümüzü. 11 Mayıs'ta. Biticek o da işte.

Ama tabii bu esnada yaşadığım en güzel şey de o 11 Mayıs'taki randevuyu alana kadar annem ve babamdan işittiğim "Sorumsuz!" "Son güne bırakılır mı bu?" lafları oldu. Hani sadece lafta da kalsa iyi, bildiğin iki üç gece paso azar işittim, bağrıştık, evde soğuk rüzgarlar esti falan fişmekan...

Dokuma da bitti çok şükür! :D Çok iğrenç bir işlem, dokuma kısmı zevkli belki bir yere kadar ama o hazırlık aşaması yok mu... Minik minik gücü dediğimiz deliklerden kambur olma pahasına
geçirilen 544 iplik! Ondan önce tabii çerçevelere gücü yerleştirme faslı vardı ki evlere şenlik! Her tarafın makina yağı falan, off off kabus :S
Gücü dediğimiz olay işte şu resimdeki çubuklar, onların ortasında da miniminicik delikler var, onlardan geçiriyorsun iplik :( Neyse tam dokumaya geçtik dedik bu sefer de desen çıkmadı falan.. Neyse, panamaya çevirince dizaynı -dimiydi ilk- oldu. Ondan önce öyle çaresizdim ki yeniden çözgü atmayı düşünmüştüm yani.. Bir de bu olay pasaportun çıkamadığı gün olunca böyle bir mutlu oldum ki sorma. Desen de halloldu, dokumaya geçtik derken ipliklerimizin iğrenç olduğunu keşfettik. Kopup durdular.. Adam gibi hızlı ilerleyemedim bile! Sürekli durup ip bapladım düşün... Her gün 9'a kadar falan kaldım neredeyse, böyle evim gibi oldu, yemek falan alıyoruz, müzik açıyoruz falan. Yalnız var ya, artık nasıl bir imaj verdiysem, tekstil mühendisliklerinden kızlar falan gelip bana soruyorlardı hem ne yapmaları gerektiğini :D Mühendislikler hem de düşün! :D Tabii bizim 1 metrelik kumaş dokumamızın da bir etkisi olmuş olacak ki daha bir üstün gözükmüş olmamız normal. Halbuki alakası yok :D Son gün hele, bir grup dişi çözgü geçirmelerini bitirince geldiler önce DID planı çıkarmayı sordular, hallettik onu falan, sonra da mekik doldurmayı öğrettim bunlara. Bir kaç sorunlarında da yardım edince sınıf muhabbeti oldu, sordum kaçıncı sınıfsınız diye. Aynılarmış benimle, ikinci sınıf. Ben "aa ben de öyle" diyince şaşırdılar :D Asistan sanmışlar beni :P Ahaha ne güldüm ama... Ha son gün olan tuhaf bir şey daha. Ben işte 8 gibi falan bitirdim dokumamı. Böyle hoplayıp zıplayıp içimdeki sevinci dışa vuruşum geçtikten sonra toplandım gidiyordum. Benden sonra sona kalan tek arkadaş da işte henüz gücülerden geçiriyordu. Az kalmış, dur bekle de bana dokumayı göster dedi. İyi dedim. Bu arada bu arkadaşın tek başına grup olma sevdası yüzünden ben benim
çok sevgili gerizekalı grup arkadaşımla eşleşmek zorunda kaldım. Gerizekalı dediğime bakma, aslında öyle nefret eder değilim ama, açıkçası hiçbir bok yapmayınca kumaşla ilgili bozuldum kendisine karşı. Neyse. Bu arkadaş işte, daha da gerizekalı bir herif olmakla birlikte bayağı bir uyuz olmaktayım. Salak bir tiptir açıkçası. Sevmiyorum. Ama işte benim şu aptal hayır diyememe şeysim yüzünden kaldım öyle. Bu arada merak etmeyin, bir şey olmicak, öyle heyecanlı bir şey olsa olduğu gün yazardım :P Neyse. Bitirdi gücüleri geçirmeyi, düğüm attık, mekikleri doldurduk, buna dokumayı öğrettim falan. Bu arada da muhabbet ettik. Tahmin etmezdim onun o şekilde muhabbet edebildiğini. Şaşırdım açıkçası. Gündemden haberdar olmasının yanı sıra mantıklı da konuşuyordu. Bir kere bile gözlerimi devirmedim allah seni inandırsın! :P Şaşırttı beni açıkçası. Hala sevmiyorum tabii, değişmedim ama en azından şaşırtabildiğini de görmüş oldum. İlginçti. Ha bak kumaşımı da gösterim de içimde kalmasın. :P

Öyle işte. Bu arada okulum söz konusu olduğunda kibirli, kendini beğenmiş, burnu havada biri gözükebilirim ama elimde değil ne yapayım. IQ'larına bakıp seçerek mi almışlar bilmiyorum ama gerçekten mal insanlar var yahu! İTÜ sonuçta di mi, insan bakar biraz. Üstelik delirtiyorlar da! Kendi sınıfımda katlanabildiğim insanlar var ama şu üst sınıftakiler gerçekten dayanılacak gibi değil... Y. ve B. olmasa napardım bilmiyorum açıkçası. Hoş, seneye öğrencem işte. Offf! Niye onlar benden önce gidiyorlar ya! Niye hazırlık okudum ki? Malım ben gerçekten... Neymiş, bir sene dinlenecekmişim.. Ha, iyi bok yedin, aferin!

Başka.. Bir şey yok ya. Yarın Y. ve annesiyle benim annem tanışacaklar. Ahu'dan beri ilk sanırım bir arkadaşımla ailelerimizin tanışması. Da şimdi Amerika'ya gidicez ya, olması beklenen bir şeydi biraz. Bakalım.

D. da Fransa'ya gel diyor. Off ne güzel olurdu. Da bizimkiler benim Amerika'yı bile nasıl karşılicaz derdindeler, sorabileceğimi bile sanmıyorum yani. Ama güzel olurdu bayağı... Çok güzel olurdu... Off... Para işte. Neyse, zengin olunca olmicak böyle bir problem. Olcam zengin zaten. Bu bir gerçek. Bakma öyle, gerçekten olcam. Bak gör... Önemli olan inanmak ki!

Ders çalışmak lazım. Finaller geldi çattı. Projeler var daha. Neyse Hi-Tech bitmek üzere. Math Modelling var. Hiç bir bok da anlamadım o dersten, adam gibi gidemedim ki... Ne umutlarım vardı o derse dair. Başka ne var? Başka proje yok galiba ya. Geçen sene çılgın atıyordu projeler. Bu sene gene iyi. Ama sınavlar var. Çarşamba günü Fabric Quality Assurance var misal. Cuma da ATA 1o2. Ondan sonraki hafta ise böyle bir tarafa girecek. Fena gircek. Ama ders çalışmak lazım işte. Muhasebeye çalışma arzusu geldi mesela bugün, ananeme gittik bir ara, orada baktım biraz. Böyle istekler gelince bırakmamak lazım ucunu. yoksa hiç gelmiyor, azizim... Onu da anlıyorum gibi. Math modelling gözümde büyüyor, üfff... Neyse. Gereksiz ayrıntılar.

Yazdıkça yazıyorum ben de saçma sapan. Ama demiştim di mi saçma yazı olcak diye. Uyku da geldi sanki ya. Onu da kaçırmim bari. Kırk yılın başı gelmiş, uğramış. Hadi, see ya dude!