Wednesday, March 31, 2010

Strange Things Are Happening

Lost

Öncelikle baştan yazayım, öyle derinlikli, ciddi bir kritik değil aşağıda okuyacağınız (ya da direk scroll down yapacağınız) yazı. İçimden geldiği gibi, geneli de senaristlere ve karakterlere çemkirmeyle geçen bir şey.

10. bölümle nihayet bir Sun ve Jin bölümü izledik ve hala kavuşamadıkları için kendimi ordan oraya atsam da güzel bölümdü; yani o dini bullshitlerden uzak, manyetizma, şartlandırma gibi bilimsel şeylere olan atıflarıyla, eski bölümlerle bağlantılarıyla, sidewayslerinde de Sawyer'ın ya da Sayid'inkiler gibi sıkıntıdan çatlatmanın aksine nispeten heyecanlı bir hikayeyle, Mikail ve gözünü kaybedişiyle Lost izlediğimizi hatırlatan bir bölümdü şahsen. Muhteşem, soluk kesici değildi, ama Lost bölümüydü.

Ve elbette, Desmond brada geldi, daha nolsun! Gerçi bir pislik yapmasınlar, Penny'yi Des'siz komasınlar, kan çıkar yoksa. Bebeleri de var, öksüz mü bırakacaksınız fakiri! Dizinin happy endinglere kıl olduğunu (Juliet/Sawyer, Shannon/Sayid, Libby/Hurley ve eperıntli Sun/Jin) biliyorum ama Penny ve Desmond'a dokunan eller kırılsın ulan!

Flocke söz konusu olduğunda, bir Sun en mantıklısını yapıyor valla, istediğinde dumana dönüşen bir adamdan bahsediyoruz, arkanı dön ve kaç yani, oturup çay iççek değilsin iblisle. :P Gene Sawyer saçımı başımı yoldurttu tam aha bir yerlere gidiyor sanki bu konuşma derken.. Şu duman olup uçamıyor musun öte adaya dediği konuşmadan bahsediyorum. Flocke güzel cevap verdi tamam, ama o konuşma orada bitmez arkadaş! İn misin cin misin nesin sen? Ama çok şey istiyorum tabii...

Claire bir an önce Kate'i öldürse de rahat etsek. Yurdun çeşitli illerinde şenlikler düzenliycem, yemin ederim.

Bundan sonra spoilerlar S06E15'e kadar çıkabilir, read at your own risk.

Önce şunu takdim edeyim. Hayvansı, çılgın spoilerlar bulunmakta sayın seyirciler. Bu, daha önce izleyen tiplere bir takım sorular sormuşlar, onların cevapları.

  • Denizaltı sahnesi diye bir şey varmış, ölen öleneymiş, çok dramatik, akılda kalıcı bir sahneymiş, merakla bekliyoruz efendim.
  • Adam and Eve, fısıltılar ve şu buzlu muzlu çarkla ilgili cevaplar, açıklamalar geliyormuş, sevindirici bir durum.
  • Lostie'lerimiz iplemeseler bile, MIB'in nasıl kara duman canavarı olduğu açıklanacakmış..
  • 'Waaaaalt' 'They took my son' Michael geliyor, böhü..
  • Sayid ve Sun ölüyor! Sayid'in ki belli de Sun'a üzüldüm lan..
  • Kate'le ilgili soruya verilen cevaplara da yarıldım, don't know, don't care yani aynen. :P

Ya bak gene aynı şey oldu, yazmaya başladım mı da durduramıyorum kendimi, Firefly yazısı falan yazcaktım da başka yazıya artık o da.

Unemployed in Springtime

Blogger yeni bir hizmet başlatsa, blog yazmayı çok isteyen ama üşenen bireyleri bilgisayar başına oturtup zorla yazmalarını sağlayan bir sistem geliştirse, ne kadar çok hayır duamı alacak farkında değil. Hayır, salt üşenmek olsa gerçi benimki, o bir şekilde aşılır da yeni kayıt butonuna bastığımda günlerce aklımda olan yazı fikirlerinin buharlaşma durumu var ki onu bir türlü aşamıyorum. Şey var bir de, hala blogumu hangi amaca hizmet ettireceğime karar veremedim, bir kimlik edindirtemedim. Günlük desen, öyle hareketli bir hayatım yok, yazdığım şeyler kimin umurunda olacak ki? New York'a gittikten sonra belki eğlenceli şeyler çıkartabilirim sevgili uzak memleketler roomiesi Yasemin gibi, amma ve lakin, hayatımda sıradan sohbetlerde dahi anlatırken sıkıldığım şeyler olurken günlük blogu tutmak anlamsız geliyor. Filmlerdir, dizilerdir şudur budur blogu yapsam, tam bir şey izleyip heves ettikten sonra takip ettiğim bir blogda benzerini ve hatta çok daha iyisini görüyorum, hevesim kaçıyor. Yani kısacası sevgili izleyenler, henüz blogum ergenlikten çıkamadı, ne istediğini bilmeyen tuhaf bir şey gibi.

Tema da yapamadım. Seçme konusunda inanılmaz kararsız olduğum gibi, zaten içime sinen bir şey de bulamadım. Tam buluyorum, ama deneyince orası burası kayıyor, onları düzeltmeye de üşeniyorum. Bilgisayarım format yedikten sonra photoshop da gitti zaten, onu indirmem lazım herhangi bir düzenleme için. Bir de şu last.fm şeysinin boyunu küçültemedim, uyuz oldum, bilen varsa yardımcı olsun bana ya :(

New York çevirisini tamamladım, üzerine bir de kuzen vasıtasıyla kimya çevirisi de aldım ve tamamladım. New York yayınevi malı olduğu için, onun parası ne zaman gelir belli değil de kimya çevirisinin parası bugün ya da yarın gelcek, mutlu ve huzurluyum. Bir de yeni bir kitaba başlasam hazır boştayken süper olcak. Ereeen, duyuyor musun, canım? :P

İşle ilgili de, artık çalışmıyorum, bunu bilseniz yeter. Zaten Amerika koşuşturmaları da başladı gibi, form doldurmalara başladık. Yakında vize işlerine de girilir. Asıl mevzu gerçi bunlar değil, New York'ta ev bulma ve haliyle ne zaman gideceğim mevzusu. Hiçbir şey kesin değil resmen, temmuz sonu ağustos başı gidicem diyorum herkese ama, daha ortada ev yok. Gerçi Yasemin'in ve ev arkadaşının evi, eylüle kadar ellerindeymiş, sanırım bir süre orada kalıp eylüle kadar ev bakıp, eylülde eve çıkacağız. Ha o da var, blog efendi, bu kardeşinin bir de yabancı roomiesi olcak. 3 kişi kalıcaz yani, ev bulması daha kolay olcak. Çok bomba bir karakter o da Yasemin'in anlattıklarına bakılırsa, tanışmak istiyorum bir an önce.

Ha bir de evi sattık! Bu ebesinin şeyindeki evden taşınıyoruz, medeniyete yerleşicez. Gerçi keşke New York'a 3-4 ay kala değil de, kış kıyamette dona dona eve ulaşmaya çalıştığım dönemlerde taşınmış olsaydık tabii.. Kader kısmet ama değil mi blog.

Hayatımla ilgili updateler bunlarla sınırlı. Gnctrkcll başladığından beri de her hafta sinemaya gider olduk, geçen sene neredeyse hiç sinemaya gitmemişken bu sene her hafta sinemaya gitmek pek güzel oluyor. Grubumuza Emre'nin arkadaşı da katıldı, sürekli büyüyor efendim durduramıyoruz. İyi oldu ama, bu arkadaş çünkü beni ilk kez Emre'lerdeki yılbaşı gecesi zilzurna sarhoş halimle görmüştü, pek hoş bir manzara değildi. Kafalarında o imajım kalsın istemem. :P Çünkü inanın bana, gerçekten hoş bir imaj değil. :P

Film festivalinde bir sürü film seçtik ama bilet alamadık, umarım kalmıştır. Bakalım, yarın şey yapiciiz artık.

O değil de ister istemez günlük yaptık yine blogu. İzlediğim diziler falan hakkında da bir şeyler yazmak istiyorum da onu başka entryle yapim bari, yeterince uzadı bu.

Not: Başlıktaki isim Emiliana Torrini'nin Unemployed in Summertime şarkısının mevsime göre uyarlanmış halidir. Yani hala şarkı isimlerinden gidiyorum, aksini iddia edemezsiniz!!

Günlük entryleri neyle biter?
Şarkıyla!

Pulp'tan geliyor bu sefer şarkılarımız, tarihte verilmiş en güzel ayarlardan biri olan Common People'ın yanı sıra, I Spy, Underwear ve Disco 2000 de var. Hepsi de sadece Pulp'ın en güzel albümü değil, en güzel albümlerden biri olan Different Class'tan. Gönül isterdi bütün albümü koyayım da Grooveshark'ta bu kadarı vardı.