Sunday, April 26, 2009

Live Like You're Dying



Şarkı adı o merak etmeyin, nasihat yazısı değil bu yani. :P Şimdi onu dinliyordum, öyle bir ilham geldi yazayım dedim... Günün anlam ve önemine de uyuyor hem. Ki o da;

Bugün aspiration'ımı keşfettim! Müjdeler olsun!

Bir kaç haftadır ara ara konuştuğumuz bir konuydu, büyüyünce ve bok gibi paramız olunca yapmak isteyeceğimiz bir şey.. Gal Pal Y. (ahahha selam ediyorum kendisine :P) tekne alacak, B. de kitapçı açıcakmış. Onlar çok net söyleyebiliyorlardı bu isteği mesela, benim ara ara uçuk düşüncelerim ve isteklerim olur elbette ama kesinlikle ve kesinlikle, gözümü kapattığımda kendimi o şekilde görebileceğim bir şeyim yoktu. Daha doğrusu varmış ama ne olduğunu bilemiyordum, dilimin ucunda ama söyleyemiyordum. Bugün film izlerken öylesine kendimi birden bu şeyi düşünürken buldum.. Gereksiz bir mutlu oldum birden :D Açıklıyorum leydiz en centılmen hazır olun!

Dünyayı dolaşmak! :P Ama öyle normal yıllara uzanan, ara ara yapılan yurt dışı seyahatlari değil... Dertsiz tasasız, alacam sırt çantamı, atlicam bir uçağa, neresi olursa! Plansız! Canım nereyi isterse! Bir gün Paris'teyim misal, canım pizza çekti hooop Roma. Canım dağ tepe bayır dolaşmak mı istedi, hooop İrlanda (Selam olsun sana PS I Love You :P alakam yokken, seyahat listeme sokuverdi İrlanda'yı.). Ya da orada da üşüdüm mesela, hemen koş İbiza'ya. :P Aslında gayet yapılabilir bir plan (bence öyle valla) ama işte bok gibi de para lazım, öyle öğrenci harçlığıyla karşılanacak şeyler değil. Tabii bir de ayakları yere basarsak biraz vize muhabbeti de var. Şengen mengen idare edilir ama bir yolu yordamı olmalı bunun, hiç de düşünmedim nedir acaba? Bak sonra karayiplerdi, kanaryaydı tropikal iklimlere de gitmek lazım. Sonra uzak doğu, özellikle Japonya allahın emri... Afrika'da bile var yani görmek istediğim yerler. Sonra düşünsene evini, dünyanın her yerinden gelme eşyalar :D Bunu aklıma getiren de gal pal yasemin oldu bak ve fikir bulucusu olarak da bu eşyaları kargoyla gönderdiğimde eşyaların alıcısı olmak senin sorumluluğun haberin olsun! Evet, kargoyla yollamak lazım, taşınmaz öyle. Bakma öyle, düşünmek lazım şimdiden.

Ahahaha sonra da Joey gibi move'umuz olur işte fena mı "Years ago, when I was backpacking across western Europe.." diye. :P

Off hayal çok işte. Her şey yine tek bir şeye geliyor, money money money... Hatta ABBA'dan Money Money Money şarkısı gitsin benden tüm sevenlere. Ya da Pink Floyd'un Money'sini göndereyim lan, karizmayı çizdirmeyelim giderayak. Evet, abba sevilmez pek tarafımdan.Gerçi abbanınki tam benim durumluk sözler bakımından... Neyse.

Yazacak çok şey var da gerek yok daha fazla sanki.. Beni özleyin anacım.

Saturday, April 25, 2009

Hello Goodbye

Yaklaşık bir altı aydır üşenme sonucu blogu açmama rağmen bir şey yazmama halinden sonra karşınızdayım sevgili gönül dostları :P 

Playlist falan da koydum, yamuk yumuk oldu gerçi, nasıl ayarlandığını öğrendiğim an düzelticiim. (edit büdüt: yeah, i rock!)

Gerçi hani açtım tamam ama yazacak bir şey de yok... Hazırlık halleri bunlar. Kitabın prologue bölümü işte. Yaklaşık 1 ay içinde yazacak şeylerim olacak. Kezban Roma'da, Ece de New York'ta olacak. 

Hoş, şu an zaman da yok bir şey yazmak için, tamamen can sıkıntısından açtım. Çeviri hala bitmedi, ama o beni bitirdi fena halde. 

Okulda da dokuma yapıyoruz, okula gitmem gerekiyor ders olmasa bile, sürekli labdayım, belim ağrıyor falan filan. Dokuma ne iğrenç bir şeymiş bu arada, geçen sene üst sınıflar dokuma yaparken özenirdim onlara "ne güzeeeel ilginç, aktif bir şeyler yapıyorlaaaar" falan diyordum, harbi salakmışım. 

Aaah ah, aklıma geldi de bu blogu altı ay önce falan açtığım zaman amacım buraya my hopes and dreams temalı kompozisyonlar yazmaktı :P Yok yani, yalan o galiba. Tabii kim bilir, aşırı gaza gelirsem yazarım bir gün. 

Neyse, it's time to get lost in translation, baby!!! Siftahımı yaptım bu kalbim kadar temiz blog sayfasına, artık gönül rahatlığıyla gidebilirim. Ya da çeviriyi daha fazla ertelemeyeyim de diyebiliriz... Si yu leytır eligeytır.

Thursday, April 09, 2009

A Call to Apathy

Şu akşam vaktinde durup dururken geliveren düşünceler dizisini sırf yapacak başka bir işim yok diye (düzeltme: yarına yetişmesi gereken bişeyim yok diye) sizlerle paylaşmak isterim sevgili gönül dostları. 

Merak ediyorum da acaba hiç gereğinden fazla, sırf içimden geldiği için emek harcayacağım bir iş bulabilecek miyim... Şöyle açıklayayım: Gittiğim kurslarda, katıldığım etkinlikler ve kulüplerde, hatta geçen sene çalıştığım işte insanlar başka işleri güçleri olduğu halde, yapmalarına gerek olmadığı halde boş vakitlerini kendisine bir kazanç sağlamayacağını bile bile kurs, kulüp veya şirketi kalkındırmak için ekstra çaba sarfederlerken ben hep 'bana ne ya, benim işim mi, ooo saat de 5.30 olmuş, haydi ben eve kaçıyorum' modunda takılıyorum. 

İTÜ'deyken BEST kulübüne üyeydim, bir süre toplantılarına katıldım, orada insanlarda sürekli bir inisiyatiflik, sürekli bir proaktiflik, 'ben gidip sorarım' 'ben satın alırım' 'ben öğrenirim' 'ben ayarlarım'cılık hakimdi. Bense bir türlü o heyecanı duyamamıştım, 'gençler siz ayarlayın, ben aktiviteye katılırım' derdim hep içimden ve sorumluluktan nasıl kaçabileceğimi düşünürdüm. Hele toplantılar dışında kulüp hakkında kafa yormayı hepten reddederdim. Kulüp pek ilgimi de çekmiyordu esasen, belki de o yüzdendi bu sorumsuzluğum. Niye katılmıştım peki? Eh, BEST'i bilenler bilir, bilmeyenler için de kısaca şöyle açıklayayım: ortam her zaman şahanedir. Partileri, etkinlikleri, aktiviteleri hep eğlenceli olur; üyeleri de genelde şahane insanlardan oluşur. İTÜ'de en fazla arkadaşımın olduğu dönem de o zamana denk geliyor. Bir kulübe, bir topluluğa ait olma duygusunu da sevmiştim. Ama dediğim gibi, sorumluluk üzerine alma konusundaki aşırı isteksizliğim ve toplantıların geç saatlerde bitmesi sebebiyle annemlerin laf etmeye başlaması yüzünden kulüpten iyice koptum. Bir de çevirmenliğe o zamanlarda başlamıştım, ekstradan aktivitelerde bulunmama izin vermiyordu pek. 

Mesela geçen sene İTKİB'de çalışırken de... İş arkadaşlarım şirkete üye kazandırmayı hayatlarının amacı haline getirmişlerdi; bunu patron dedi diye değil, gerçekten istedikleri için yapıyorlardı. Ofiste geç saatlere kadar kalıp uğraşıyorlardı. Benim çalıştığım kısa süre boyunca üye kazandırmak için gerçekten motive olduğum tek dönem, üye başına komisyon verme kararı alındıktan sonra oldu. O zaman bile, bu çabalarım 9.30-5 arasında oluyordu. Mesai 5.30'ta bitiyordu ama saat 5'ten sonra bütün motivasyonumu kaybediyor, işimi hala yapmaya devam ettiğim halde gözlerim sürekli saatte oluyor, saat 5.30 olduğu an çantamı mantamı alıp servise koşuyordum ve bir dahaki iş gününe kadar kafamdan İTKİB'e dair bütün endişeleri atıyordum. Tamam, ilk başlarda stajyerdim, tamam, hayatımın ilk işi falan ama gerçekten ama gerçekten umurumda değildi. İş arkadaşlarımın facebook'ta falan işle ilgili şeyler yazdıklarını görür şoka girerdim, burada bile mi diye. Ha, yanlış anlaşılma olmasın, işten kaçmazdım, sorumluluklarım neyse yapardım. İyi de yapardım. En azından iyi olduğunu düşünüyorum. Ama içimden asla ekstra çaba sarfetmek gelmedi, ne yapayım...

Şimdi okulda da, kulüpler var değişik değişik, herkes aktif, herkes değişik aktivitelere katılıyor, herkesin okula bir katkısı var. Ben gene denedim, en olmadı CV'me yazarım diye AATCC'ye (American Association of Textile Chemists and Colorists) katılayım dedim. Ama okulda, özellikle tekstille ilgili ekstra bir iş... Resmen zaman kaybı gibi geliyor! Halbuki gelmemesi lazım. Ne yaparsam yapayım heyecan duyamıyorum işte bunlar için.

Bu aydınlanma da neden geldi... Televizyon'da Grey's Anatomy'nin eski bölümleri vardı. Orada attending doktorlardan Burke bir sonraki chief of surgery olmak istiyor. Emekli olacak olan Chief de buna olamayacağını söylüyor. Burke sinirleniyor, gidip karşısına çıkıyor. 'Niye?' diyor 'En düşük ölüm oranı bende, en iyi doktorlardan biriyim, süperim, şahaneyim vs vs'. Chief de diyor ki 'Evet, şahanesin ama sadece gerekeni yapıyorsun. Asla fazladan çaba sarfetmiyorsun, gereğinden fazla zaman harcamıyorsun' falan. O zaman fark ettim, ulan koskoca Burke'ün bile yanına kalmıyor bu isteksizliği, ben ne bok yiycem... Fazla çaba sarfediyor oluşumu düşünmeden, sırf içimden geldiği için bütün vaktimi vereceğim bir iş bulabilecek miyim? İşin kötüsü, tekstille ilgili hiçbir şey beni heyecanlandırmıyor, ve bu konuda ne yapabileceğimi bilmiyorum...

PS: Grey's Anatomy dedik de, müzikal bölümü ne süperdi, di mi?