Wednesday, March 16, 2011

Southern Point

Pazartesi günü güneyin incisi North Carolina'daydım. North olduğuna bakmayın, has be has güneyli, y'all diye konuşan hillbilly'lerin mekanı. Ve güney eyaleti tabii. İnci minci de değil tabii ki, amerikanın köyü, hiçbir bok yok. Gezmeye de gitmedim zaten, okul götürdü. Şu aralar gidip gidebileceğim tek seyahat olduğu için yazıya başlarken kullandığım 'geçenlerde miami'deydim' havasını affediverin. Bölümde benim dışımda herkesin Cancun'a falan gidiyor olmasının acısını atlatmaya çalışıyorum. Niye NC peki? Şimdi biz tekstil bölümüyüz ya, tekstil söz konusu olduğunda en önemli doğal kaynaklarından biri pamuk ya, Cotton Incorporated'in genel merkezi de North Carolina'da ya. O yüzden. Alabildiğine de lüzumsuz bir geziydi, sabah gün doğarken bindik uçağa, gün batarken New York'umuze geri döndük. 

Niye yazıyorsun bunu bloguna o zaman derseniz de bişey diyemem, haklısınız, şu anda yazmam gereken paper'ı ertelemesi dışında hiçbir işlevi de yok bu yazının. Ha, ama diyebilirim ki, haftalardır yaptığım tek değişik aktivite, sırf o yüzden bile bir yazıyı hak ediyor bence. 

Cotton Inc lablarını gezerken şeyi fark ettim ama, şaka maka 4 sene boşuna gitmemiş. Tekstiller konusunda ciddi bir birikimim varmış. Geçen sene open end yarnla ring spun arasındaki farkları sorsan, onlar ne ki derdim. Şimdi onlarla ilgili yapılan esprilere falan gülüyorum, o derece. Bir de bir an cool hissettim lan. Air jet spinning makinalarının olduğu labda dolaşırken özellikle, o minik robotumsu cihazlardan oluşmuş makinaları gördükçe insanı makina mühendisi olmak istemeye yönelten o gücü anlayabiliyor insan canlı canlı görünce. Elyaf teşhis labındaysa tanıtım yapan teyzeden kopup kafamda televizyon dizisi ürettim derhal. Teyze kumaşta gördükleri minicik bir defonun nedenini saptarken kullandıkları teknolojinin ve onun ne kadar cool olduğunu falan anlatıyordu da aklıma son zamanlarda sardırdığı Bones geldi. Meğersem ben inanılmaz yetenekli bir tekstil uzmanıymışım, şak diye bir kumaş parçasının orijinini söyleyebiliyormuşum. FBI da beni cinayet vakalarında yardımcı olmam için tutmuş. Her hafta kumaş teşhisi yaparak insanların hayatını kurtarıyormuşum meğersem. Takribi 4-5 dakika sonra dünyaya indim gerçi böyle bir şeyin saçmalığını kavrayarak. Mütevazılık değil bu saçmalığın kavranması, yanlış anlaşılmasın, istesem o biçim bir tekstil uzmanı olurum da öyle bir iş yok muhtemelen, pek bir işe yaramaz FBI'ın. Kaldı ki Bones'a göre tekstillerin tehşisini herkes yapıyor. Allahım ne kadar boş bir mesleğim var... Evet, iki dakikada dünyayı kurtarmaktan kendine acımaya çevirebilirim bir paragrafı. Benim süpergücüm de bu olsun mesela. 

Güneylileri sevmiyorum ama. Tamamen aksanları yüzünden bu arada, yoksa çok kibarlardı, bir neşeli bir mutlu insanlar ki sormayın. Ama her kelimeyi uzatmaları, y'all'ları falan katlanılacak gibi değil. Yemekleri rezil gibi bir de. Cole slaw, tavuk/domuz barbekü, mısır ekmeği ve yer fıstığı bütün cuisine'lerini oluşturan şey. 

Koskoca yolculuğun tek güzel kısmı dönüşüydü. Bunu da metaforik anlamda söylemiyorum, cidden North Carolina Raleigh/Durham havaalanındaki kısım pek bir eğlenceliydi. Gezi beklenenden kısa sürdü anladığım kadarıyla çünkü 3'te geri döndük havaalanına. Uçağımız da 5.45'teydi. Kızlar bir winery bulmuşlar, hadi şarap içelim dediler. Olur dedim ben de, uçakta uyutur, biraz dinlenmiş olurum dedim. Normalde pek şarap sevmeyen bir insan olarak o winery'de içtiğimiz cabarnet sauvignon'un inanılmaz leziz olduğunu belirtmeliyim. Orada zaten kafa biraz iyi oldu, sonra sınıfın geri kalanının da brewery'de olduğunu öğrendik yüce facebook sayesinde. Kalktık oraya gittik bira içmeye. Marzen diye bir bira içtik orada da bir kaç tane. Uçuş saati geldiğinde artık hepimiz havalarda uçuyorduk, bayağı bir rezil ettik kendimizi güneylilere ama sürekli 'we're new yorkers, who cares what north carolina people think!' diye bağırışıp rezilden ziyade iğrenç insanlar olduğumuzu gösterdik. O kafayla havaalanlarındaki o yürüyen şeritlerin bize inanılmaz bir oyun alanı haline geldiğini söylememe bilmem gerek var mı. Sarhoş halde uçağa binmek de bayağı bir enteresan bir deneyimdi. Allahtan bizim profesör Silberman diğer uçaktaydı da görmedi bizi. Gerçi duyduğuma göre o da esaslı bir içiciymiş. Geçen seneki Alumni Dinner da tekila shotları götürürken görüntülenmiş. Birlikte içtiğim kızlar inanılmaz derecede baseball hayranılar, ben bırak hiç izlememeyi, sporun kurallarını bile bilmediğimi söyleyince çok heyecanlandılar, ilk baseball maçına biz götürcez seni dediler, ama bakalım ne kadar tutacaklar sözlerini. Güzel olur hatırlarlarsa, merak ediyorum ben de o ortamı. 

Neyse, günden çıkarılacak ders New York'luların Amerikalı'ların köylüleri arasına düştüğünde ne kadar iğrenç olabildikleri sanırım. 

Bir de bu denim project dersi için video hazırlanıyor her sene bu yemekte gösterilmek için, o yüzden her derste her hareketimizi görüntüleyen kameralar bu gezide de vardı. Her anımızı görüntülediler, nereye gitsek peşimizden kameramanlar falan geliyor, kendimi bir bok sandım, bilmem söylememe gerek var mı. Geçen senekiler burada, merak eden falan olursa. Bizimkisi nasıl olcak, onu merak ediyorum.

Neyse, daha fazla ertelemeyemem, gidip bir business proposal yazmam gerekiyor, arivederçi y'all! 

No comments: