Thursday, April 09, 2009

A Call to Apathy

Şu akşam vaktinde durup dururken geliveren düşünceler dizisini sırf yapacak başka bir işim yok diye (düzeltme: yarına yetişmesi gereken bişeyim yok diye) sizlerle paylaşmak isterim sevgili gönül dostları. 

Merak ediyorum da acaba hiç gereğinden fazla, sırf içimden geldiği için emek harcayacağım bir iş bulabilecek miyim... Şöyle açıklayayım: Gittiğim kurslarda, katıldığım etkinlikler ve kulüplerde, hatta geçen sene çalıştığım işte insanlar başka işleri güçleri olduğu halde, yapmalarına gerek olmadığı halde boş vakitlerini kendisine bir kazanç sağlamayacağını bile bile kurs, kulüp veya şirketi kalkındırmak için ekstra çaba sarfederlerken ben hep 'bana ne ya, benim işim mi, ooo saat de 5.30 olmuş, haydi ben eve kaçıyorum' modunda takılıyorum. 

İTÜ'deyken BEST kulübüne üyeydim, bir süre toplantılarına katıldım, orada insanlarda sürekli bir inisiyatiflik, sürekli bir proaktiflik, 'ben gidip sorarım' 'ben satın alırım' 'ben öğrenirim' 'ben ayarlarım'cılık hakimdi. Bense bir türlü o heyecanı duyamamıştım, 'gençler siz ayarlayın, ben aktiviteye katılırım' derdim hep içimden ve sorumluluktan nasıl kaçabileceğimi düşünürdüm. Hele toplantılar dışında kulüp hakkında kafa yormayı hepten reddederdim. Kulüp pek ilgimi de çekmiyordu esasen, belki de o yüzdendi bu sorumsuzluğum. Niye katılmıştım peki? Eh, BEST'i bilenler bilir, bilmeyenler için de kısaca şöyle açıklayayım: ortam her zaman şahanedir. Partileri, etkinlikleri, aktiviteleri hep eğlenceli olur; üyeleri de genelde şahane insanlardan oluşur. İTÜ'de en fazla arkadaşımın olduğu dönem de o zamana denk geliyor. Bir kulübe, bir topluluğa ait olma duygusunu da sevmiştim. Ama dediğim gibi, sorumluluk üzerine alma konusundaki aşırı isteksizliğim ve toplantıların geç saatlerde bitmesi sebebiyle annemlerin laf etmeye başlaması yüzünden kulüpten iyice koptum. Bir de çevirmenliğe o zamanlarda başlamıştım, ekstradan aktivitelerde bulunmama izin vermiyordu pek. 

Mesela geçen sene İTKİB'de çalışırken de... İş arkadaşlarım şirkete üye kazandırmayı hayatlarının amacı haline getirmişlerdi; bunu patron dedi diye değil, gerçekten istedikleri için yapıyorlardı. Ofiste geç saatlere kadar kalıp uğraşıyorlardı. Benim çalıştığım kısa süre boyunca üye kazandırmak için gerçekten motive olduğum tek dönem, üye başına komisyon verme kararı alındıktan sonra oldu. O zaman bile, bu çabalarım 9.30-5 arasında oluyordu. Mesai 5.30'ta bitiyordu ama saat 5'ten sonra bütün motivasyonumu kaybediyor, işimi hala yapmaya devam ettiğim halde gözlerim sürekli saatte oluyor, saat 5.30 olduğu an çantamı mantamı alıp servise koşuyordum ve bir dahaki iş gününe kadar kafamdan İTKİB'e dair bütün endişeleri atıyordum. Tamam, ilk başlarda stajyerdim, tamam, hayatımın ilk işi falan ama gerçekten ama gerçekten umurumda değildi. İş arkadaşlarımın facebook'ta falan işle ilgili şeyler yazdıklarını görür şoka girerdim, burada bile mi diye. Ha, yanlış anlaşılma olmasın, işten kaçmazdım, sorumluluklarım neyse yapardım. İyi de yapardım. En azından iyi olduğunu düşünüyorum. Ama içimden asla ekstra çaba sarfetmek gelmedi, ne yapayım...

Şimdi okulda da, kulüpler var değişik değişik, herkes aktif, herkes değişik aktivitelere katılıyor, herkesin okula bir katkısı var. Ben gene denedim, en olmadı CV'me yazarım diye AATCC'ye (American Association of Textile Chemists and Colorists) katılayım dedim. Ama okulda, özellikle tekstille ilgili ekstra bir iş... Resmen zaman kaybı gibi geliyor! Halbuki gelmemesi lazım. Ne yaparsam yapayım heyecan duyamıyorum işte bunlar için.

Bu aydınlanma da neden geldi... Televizyon'da Grey's Anatomy'nin eski bölümleri vardı. Orada attending doktorlardan Burke bir sonraki chief of surgery olmak istiyor. Emekli olacak olan Chief de buna olamayacağını söylüyor. Burke sinirleniyor, gidip karşısına çıkıyor. 'Niye?' diyor 'En düşük ölüm oranı bende, en iyi doktorlardan biriyim, süperim, şahaneyim vs vs'. Chief de diyor ki 'Evet, şahanesin ama sadece gerekeni yapıyorsun. Asla fazladan çaba sarfetmiyorsun, gereğinden fazla zaman harcamıyorsun' falan. O zaman fark ettim, ulan koskoca Burke'ün bile yanına kalmıyor bu isteksizliği, ben ne bok yiycem... Fazla çaba sarfediyor oluşumu düşünmeden, sırf içimden geldiği için bütün vaktimi vereceğim bir iş bulabilecek miyim? İşin kötüsü, tekstille ilgili hiçbir şey beni heyecanlandırmıyor, ve bu konuda ne yapabileceğimi bilmiyorum...

PS: Grey's Anatomy dedik de, müzikal bölümü ne süperdi, di mi? 


2 comments:

elfenben said...

Geçenlerde şirketle ilgili yeni saçmalıklar var demiştim ya, işte buydu olay. Ben de "bana söyleneni zamanında ve eksiksiz yaptığım ama ekstradan hiçbir şey yapmadığım" konusunda bir laf yedim. İşi biraz daha sahiplen, yoksa üstüne biri alınabilir dedi üç yıldır çalıştığım şirketteki muhteşem yöneticim.

Hayat her daim tuhaf, vapurlar falan...

Persephone said...

Oha ciddi misin!? İşi sahiplenmen için ne yaptılar acaba, çok merak ediyorum... Neyse, gtalk'a falan gel, oradan konuşalım.