Tuesday, June 08, 2010

Rainy Day in June

Geçen günkü sıcaklara lanet etmekle geçen postum bayağı bir işe yaramış anlaşılan; 'yağmur mu istiyorsun.. al ulan al!!!' demiş olmalı birileri -artık kim varsa- yukarıdan. Ama valla benim kastettiğim bu değildi! Tek istediğim küçük bir rüzgar, daha az nem, ne bileyim daha az vücut sıvısı oluşturacak hava durumuydu. Okulları tatil ettirecek hava koşulları değil! 

Dün de fenaydı da bu sabah neydi öyle! Odamın penceresinin contaları çok sağlam değildir, hafif güçlü biri asıldığında kolu çevirmeden camı açabilir. Amerikaya gideceğim için ve artık önümüz yaz diye babamlar çok sallamıyor, 'sen yokken kışın panjurları indiririz' diyorlar, yaptırmıyorlar. İlk defe bu sabah bozuk bir pencerenin ne demek olduğunu fark ettim. Sabah 7-8 sularında zira, 'çotank!' sesiyle yatağımın dibindeki pencerenin ardına kadar açılması ve üzerime yağan musonik yağmurlarla uyandım. Altıma sıçıyordum korkudan, rahat bir 5 dakika falan çığlık attım. Sakinleşmem de bir 10 dakikamı aldı herhalde. 

İşin kötüsü, bir de 10 dakika içinde falan evden çıkmam gerekiyordu. Sabah beni uyandırmalarını tembihlediğim sevgili anne-babam, bu yağmurda nasıl olsa dışarı çıkmam diye uyandırma zahmetine girişmemişler hiç. Hava şartlarına rağmen çıkacağımı dile getirdiğim zaman da neredeyse odama kilitleyeceklerdi, zatürre olursun, çıkma, izin vermiyorum! falan diye. Ben de açıkçası düşünmedim değil, çünkü 10. katta oturuyoruz ve öyle bir yağmur var ki evden dışarısı görünmüyor, bulutların arasında kalmışız falan. Sihirli annemdeki perilerin yaşadığı ortamda gibiydik. 'Nuh tufanı halt etmiş, zamanında alaydık keşke birer yat, gemi, gemicik falan, bak lazım oldu işte!' şeklinde düşüncelere gark etti. Neyse, duşa girip çıktından sonra karar veririm demiştim ki çıkınca baktım, titreyip kendine gelmiş atmosferik yağmur tanrıları.

Peki bu ziyadesiyle gereksiz postu niye yazıyorum? Bugün evden çıkma amacım olan sevgili elfenben'in iş görüşmesi nedeniyle günü birliğine istanbula gelmesi, benim de ona eşlik etmem ve o iş görüşmesindeyken benim yağmur altınaki bir çay bahçesinde sıkılıyor olmam. Aslında sıkılmıyor olmam, iş yapmam gerekiyordu da, dangalaklığın daniskasını yaparak çevirisini yaptığım kitabını evde unutmuşum. Bilgisayarı yanımda taşıdığımla kaldım... Neyse ki macbook ağırlık yapmıyor da çok küfrettirmiyor. Küfrettiğim başka şeyler var gerçi: iki nem görünce kabarıp kendinden geçen saçlarım, minik göletler haline gelen yollar, o göletlerden geçerken fütursuzca su sıçratan arabalar, Lost adasına yağdığı yanılgısı içindeki yağmur, hava sıcak olduğu için bot giyememek ve yağmurun olduğu gibi converselerle bütünleşmesi, ıslak çoraplar/paçalar, rezil gibi nemli, sıcak ve ıslak metrobüs, otobüs, minibüs gibi bilimum ulaşım araçları, iki suda ters dönen, çılgın şekilllere bürünen perçemler ve allahın cezası, orospu çocuğundan hallice istanbul trafiği! 

Neyse... Amma da uzun sürdü görüşmesi be. Ayıp olmasın diye bir çay daha istiyeyim bari, 1'den beri buradayım ve tek bir çay içtim sadece.

No comments: