Tuesday, June 01, 2010

Die in the Summertime

Yaz niye gelir ki sanki. Soğuk soğuk iyiydik biz. Tamam, çamur, pislik, şemsiye falan hoş değil de erimiyorsun en azından sokakta. Ne sokağı be, evde olduğum yerde kavruluyorum resmen. Eski klima bozulduğundan beri yenisini de almadılar, zerre hava sirkülasyonu yok maşallah evin hiçbir odasında da. Odam desen güneş benim odamda doğup benim odamda batıyor sağolsun hiç aksatmadan. Hayır, göt kadar oda miniminnacık pencere, bütün güneşi almayı nasıl beceriyor, nasıl stratejik bir konumda inşa etmişler odamı anlamış değilim. Giyilebilecek en efil efil elbise bile bir işe yaramıyor be blog. Çeviri de sağolsun, normal şartlar altında zaten sıcak bastırıp insanı bunaltan bir icraat, bir de bu nemli nemli sıcaklarda iyice delirtiyor insanı. 

Bakıp bakıp serinleyelim diye koydum, oh. 

Çeviri de beni benden alıyor sağolsun, dünyanın en sıkıcı işi ilan ediyorum şehir rehberi çevirisini. O cağnım şehir Barselona'dan nasıl soğudum anlatamam. Gaudi'yi görsem bir de ben öldürücem o derece. Ne boğazına düşkün bir milletmiş ayrıca arkadaş, bitmedi restoranları. Neyse, Paris'i yapıyor da olabilirdim, şükrediyorum o yüzden. Ama ciddi ciddi uslanmıyorum şu çeviri konusunda; geçen sene Faces'i çevirirken 'lanet olsun böyle işe, parasızlıktan yerlerde sürünürüm, gene çeviri yapmam bundan sonra' demiştim. Sonra onun çilesini unutunca para tatlı geldi tabii, hoop gene Epsilon yolları taştan. Ya, kolay, rahat iş de, adam gibi kitap varken işte. Eclipse gayet eğlenceliydi valla, zamanında Bella'ya az küfretmemiştim ama şimdi o zamanlarımı düşündükçe...

Neyse, gene çeviri yapmamak için yapılan anlamsız hareketler serilerimden birine tanık oldunuz. Bundan önce de kütüphanemi düzenlemenin vakti geldiği fikrine kapılmıştım. Sabah da nedense çarşaf, nevresim değiştirmenin iyi bir fikir olacağını düşünmüştüm. Neyse, az kaldı az. Bitçek bu da. 5 Ağustos'ta da New York. Sonrası da... hmm, no fucking idea.


No comments: