Tuesday, April 27, 2010

Sweet Dream

Persephone'nin Fantastik Rüyaları: Take Two. İlki için: nah burası :P

Başka bir evren ya da başka bir zamandayız. Neresi ya da ne zaman bilmiyorum, sadece bildiğimiz dünya değil. Bu dünyada kötü, şeytani bir organizasyon var bir de bu organizasyonun bir yeri. Bunlar arada sırada insanların arasına karışıp, insanları kaçırıp götürüyorlar bu yerlerine. Ne yaptıkları, yaptırdıkları, neresi olduğu bilinmiyor; zaten halk arasında da efsane haline gelmiş durumda. Anneler çocuklarını falan buraya göndermekle korkutuyor falan. Biz bir gün Can ve Dilda'nın suretinde ama Dilda olmayan (yok, mümkün değil, dilda olamaz o kişi ) bir kişiyle dağda, bayırda, çimenlikte bir yerde oturuyoruz. Deniz kenarı burası aynı zamanda işte, deniz tarafından gürültüler duyuyoruz bir ara. Nedir, noluyor falan derken birden etrafımız sarılıyor. Tuhaf giysili, yüzleri kafalı adamlar tutuyor bizi götürüyorlar bir gemiye. Gemide ellerimizi, kollarımızı, gözlerimizi bağlıyorlar. Bir yandan da kırbaçlıyorlar sürekli. Sonra bir adaya varıyoruz, gemiden indiriliyoruz, tek sıra halinde yürütülürken birden başka bir gürültü kopuyor ve birden çekip alınıyorum. 'Dur, arkadaşlarım kaldı, onları kurtarmam lazım!' diye geri dönmeye çalışıyorum ama gizemli kurtarıcım izin vermiyor, 'geri dönersen, ne onları kurtarabilirsin ne kendini,' diyor. 

Sonra gel zaman git zaman ben bu gizemli kurtarıcımla sevgili oluyorum, nişanlanıyoruz, dağda bir eve taşınıyoruz. Benim sürekli aklımda Can ve Dilda, içim içimi yiyor, mutlu olamıyorum, onları kurtarmam gerek! Ama nişanlım onların çoktan ölmüş oldukları konusunda beni ikna ediyor, zaten gitmenin ve onları kurtarmanın mümkün olmadığını söylüyor. Artık içeri girdikten sonra çıkış yoktur çünkü. 

Sonra bir gün ben çamaşır asarken bir kadın geliyor. Kucağında da bir bebek. Bir bakıyorum Can'ın karısı bu! Biz pikniğe gittiğimizde doktora gitmesi gerekiyormuş da gelememiş, Can'ın bu evil organizasyon tarafından kaçırıldığını duyunca Kanada'ya gitmişti. Kucağında bebekle görünce önce içimden sövdüm, 'daha koca kaçırılalı ne kadar oldu, gitmiş başka birini bulup çocuk yapmış, vay orospu' diyorum. Sonra geliyor anlatmaya başlıyor. Meğer çocuk Can'danmış, o gün doktora gidince öğrenmiş, eve gidip kocasına bu mutlu haberi vermek için beklerken Can'ın evil ada'ya götürüldüğü haberini alınca yıkılmış ve Kanada'ya ailesinin yanına gitmiş. Benim kurtarıldığımı öğrenince de demek umut var, adadan geri dönülebiliyor, diye düşünüp benim izimi bulmuş. Ağladı saatlerce, o adadan sağ dönen senden başka tanıdığım yok, kurtarmak zorundasın, arkadaşlarını düşünmüyorsan kucağımdaki şu fakiri düşün, babasız mı büyüsün! 

Zaten ben de pılımı pırtımı toplayıp gitmeye yer arıyorum, bunun üzerine nişanlımı organize edip bir kurtarma planı düzenliyoruz. İşte başka kişiler katılıyor plana, adanın içindeki kalemsi yere girmek imkansız ve daha önce yapılmamış bir şey olduğu için, ne olacağını da bilmiyoruz.

Sonunda adaya gidiyoruz, kaleye de altındaki kapalı otoparkından (ohahaha) giriyoruz. Elimizde de tüfekler, önümüze geleni öldürüp onların üzerindekileri giyiniyoruz ve kimliklerini çalıyoruz. Nasıl olduğunu hatırlayamadığım bir şekilde (uyanınca uzun süre düşündüm ama yok, hatırlamıyorum) bir şekilde buluyoruz Can ve Dilda'yı. Can gene normal halde ama Dilda tekerlekli sandalyede. İkisi de tabii yara bere içinde, perişanlar. Ama onları kurtarınca kale alarma geçiyor, peşimize düşüyorlar. Tam direk dış dünyaya açılan asansörün (narnia mübarek) oraya gelince dört bir yanımız sarılıyor. Asansöre atıyoruz kendimizi ama asansör çalışmıyor! Nişanlım ve Can tamir ederken biz de çevredekileri tarıyoruz tüfekle. Tam asansör düzelince dilda nişanlımın bombalarla dolu çantasını alıp kendisini asansörden dışarı atıyor. Ben peşinden gidiyorum, manyak mısın, sonuna geldik işte, niye geri dönüyorsun!? Dilda da diyor ki 'peşimizde 100lercesi var, asansör yeterince hızlı değil, bizim peşimizden dünyaya gelirler, hiçbir anlamı yok'. ben de diyorum ki, olacaksa olsun, arkada bırakmam kimseyi! Sonra diyor ki 'Anlamıyor musun, gelmek istemiyorum işte! Artık dünyaya dönemem, orada insan olamam, burada öyle şeyler gördüm, öyle şeyler yaptım, öyle şeyler yaşadım ki! En azından bu dünyada ölümüm bir anlam ifade eder! Senin nişanlın, Can'ın karısı ve çocuğu var; benim hiçbir sebebim yok' diyor ve beni içeri itip kapıyı kapatıyor. Asansör çalıştıktan kısa süre sonra büyük bir patlama duyuyoruz. Dünya'ya varınca Can'a kızıyorum, niye yardım etmedin, niye orada kalmasına izin verdin diye bağırıyorum ama hiçbir şey demiyor, o da aynı şeyleri görmüş, yaşamış, Dilda'ya hak veriyor. Ben ağlıyorum falan. Can'ın yavuklusu bizi bekliyormuş, en son işte onların sarıldıklarını gördüm. 

Ha, soundtrack'i de var, rüya süresince Greg Laswell'in Your Ghost'u çaldı. Hatta verelim linkini de :P



Bu bir rüya evet! :P

1 comment: