Saturday, May 15, 2010

Time Is Running Out

Bir günlük yazısını hak ettim bence. Aslında blog yazmaktansa yapacak milyon tane iş var ya. Yemin ederim yapmam gereken bir iş varken, o işi yapmamak için her türlü mazeret uydurabiliyorum. Bazen bu mazeretleri öyle planlı, öyle düşünülmüş bir şekilde ayarlıyor ki bilinç altım, kendim bile inanıyorum o işin yapmam gereken işten çok daha aciliyetli bir iş olduğuna. Gerçi şu anda bu satırları yazmamın çeviriyi yapmamdan daha acil olmadığını biliyorum, ama şöyle bir mantık kuruyor ona da bilinç altım beynimin çeviriyi yapması gerektiğine inanan kısmına; şimdi bu satırları yaz, aradan çıkar, yoksa biliyorsun benim salak kızım, o çeviriyi yaparken sürekli bloga şunu da yazarım, şöyle bi cümle kurarım falan diye düşünceksin. Aradan çıkar, temiz temiz çevirini yap. Mantıklı göründü beynimin o kısmına, el sıkışıp anlaştılar. Ama bilinç altımın üşengeç ve tembel kısmı kıs kıs gülüyor, hissediyorum, dur hele bulcam ben bişey daha diye. Du bakalım.

Yukarıdaki ufak çaplı cinnet sayesinde çeviride götümün tutuşmaya başladığını fark etmiş olabilirsiniz. Evet, tutuştu. Şu aralar olmayı hedeflediğimden daha gerideyim. Ama götüm tutuştuğunda daha hızlı çevirdiğim gözlenmiştir tarafımdan, o yüzden henüz 'yetişmicek' tarzı sinir krizlerine girmiyorum. Eren, rahat ol yani, yetiştiricem annem. Barcelona'ya gitmek isteyen ve nerede ne yapacağını bilemeyen bünyeler, rehberlerinden mahrum kalmayacaklar! Aslında bu yavaşlığımın sebebini sadece beynimin üşengeç lobuna yüklemek biraz gaddarca olur. Şehir rehberi çevirmek kadar sıkıcı bir şey yoktur herhalde dünya üzerinde zira. Yazar amcam da sağolsun, sevimli olmaya çalışıyor, tuhaf tuhaf kalıplar, terimler, cümleler... Hadi, ingilizce okuması zevkli, ama Türkçe'ye ben nasıl çevireyim onu lan! New York'u çevirirken de böyleydi bunlar, ahdettim zaten, hele bir gideyim nöğyorka, tek tek adreslerini bulucam, evlerine gidicem, işkencenin allahını yapacam. Yatacak yerleri yok! Hemen de öldürmicem zaten, ne o öyle, hemen gitmek falan. Acı çektire çektire, her saniyesinden zevk ala ala... O cümleleri tek tek yediricem onlara. 

Nöğyorka gitmek demişken de artık yaklaştı sayılır gitme vakti. 2-6 ağustos arası yolcuyum! Günü, tatile gitme işi belli olduktan sonra kesinleştiricem. O yüzden de uçak biletini alamadık hala. Gerçi o da babamın üşengeçliği, tatili bir ayarlasa da yavaştan alsam şu bileti artık. Her geçen gün artıyor fiyatı. Aman, parayı o vercek, bana ne. Tatil şeysi de Temmuz'da kardeşim Viyana'ya gitçek (bu da süper zaten, ben lisedeyken İngiltere'ye dil okuluna gitmek için kıçımı yırtmıştım, nuh demişlerdi peygamber dememişlerdir, yok efendim küçüksün, kendini bilmezsin, a-ah! kız başına başka ülkelerde vs. Üstelik lise sonda istemiştim bunu. Ama sevgili kız kardeşim hazretleri 16 yaşında ve Viyana'ya gidiyor), Temmuz'un son haftasu burada sadece. Annem de vah kızım gidiyor 2 sene göremiycez şeklinde bunalımlara girdiği için ailecek son tatilimizi yapmamız onlar için bir gurur meselesine döndü. Duygusal baskı gördüm, görüyorum. Neyse, gideriz, bişey demiyorum. 

Ama şu ev meselesi kesinleşseydi içim daha bir rahat olcaktı. Yabancı ev arkadaşının ilk dönem new york'ta olmama durumu olabilirmiş, sublet mublet işine girmemiz gerekecek. Neyse, bu işlerle ilgili buradan yapabileceğim hiçbir şey yok, yasemin'in şevkatli ellerine bırakıyorum pembe panjurlu evimizi bulma işini. 

Onun dışında arkadaşların hepsi sınavlarıyla uğraşmakta olduklarından (sınavlarıyla uğraşmayanlar da çalışıyorlar, gene bir işe yaramıyor) sosyal hayatım gene sıfıra indi. Ama iyi oldu aslında, şu çeviride ilerlerim. Hohoho, benim okulum bitti ki. Geçen hafta aldığım tek dersin sınavına da girdim bitirdim. İspanyolca o da zaten. İTÜ'nün gözünü sevim, erkenden başlıyorlar ama erken de bitiriyorlar. Tabii benim tek dersimin olması ve Amerika durumları olduğundan sınavları erkene almaları da benim bölümümün bir güzelliği ama olsun. 

Hadi yeter, beynimin çalışkan lobu saatini gösterip duruyor, elindeki meşe odununu sallayarak tehdit ediyor. Demin terliklerinden bir tanesini attı hatta, ama kaçtım. Neyse, şarkımızı koyalım ve gidim artık.

No comments: